Efe
New member
“Bir Ebe, Bir Kalem, Bir Yasak”: Köydeki Hikâyeden Bir Soru Doğar
Arkadaşlar, bugün sizlerle bir hikâye paylaşmak istiyorum. Öyle kuru bir “kanun ne diyor, yönetmelik ne diyor” tartışması değil bu… İçinde insan var, vicdan var, bilgiyle kalp arasındaki o ince çizgi var.
Konu şu: Ebeler ilaç yazabilir mi?
Ama gelin, bunu köyün kenarında, dağların eteklerinde geçen bir hikâyeyle konuşalım.
Köyün Ebesi: Fatma Ana
Karadeniz’in sisli bir köyünde yaşıyordu Fatma Ana. Elli yaşını çoktan geçmişti ama hâlâ sabah ezanında yola koyulur, elinde küçük çantasıyla ev ev gezerdi. Kim doğum yapacak, kimin ateşi çıkmış, kimin dertli karısı “Fatma Ana gel” diye seslenmişse, oradaydı.
Ne maaşı vardı ne tatili. Sadece “Allah razı olsun” derlerdi ona, o da “razı olmuştur evladım” der, geçerdi.
Ama o sabah başka bir sabah gibiydi.
Köyün küçüklerinden biri, on yaşındaki Elif, yüksek ateşle kıvranıyordu. Annesi perişandı. Köyde doktor yoktu, merkezdeki sağlık ocağına gitmek de saatler sürüyordu.
Fatma Ana geldi, çocuğa baktı, nabzına dokundu, alnını sildi.
“Bu ateş düşmezse kötü olacak,” dedi.
Kadıncağız korkuyla sordu: “Bir ilaç versene Fatma Ana.”
Fatma Ana sustu.
Bir Kalem, Bir Yasak
Fatma Ana çantasına uzandı. İçinde birkaç basit ilaç vardı — eskiden hekimlerden kalma reçetelerle aldığı şeyler. Ama o reçeteyi kendi imzasıyla yazmaya yetkisi yoktu.
Biliyordu: Ebelere ilaç yazmak yasaktı.
Oysa o yasaktan habersiz köylüler, yıllardır ona güvenmişti.
“Ben doktor değilim kızım,” dedi Fatma Ana sessizce.
Kadın ağlamaya başladı: “Ama sen hepimizden iyi bilirsin bu çocukları…”
İşte o anda Fatma Ana’nın içi burkuldu. Bilgisiyle kurtarabileceği bir can vardı ama yasalar, elini bağlamıştı.
Erkeklerin Stratejik Tarafı: Muhtar Ahmet’in Hesabı
Köyün muhtarı Ahmet, sabah olunca olayı duydu. Akıllı, düzenli, çözüm odaklı bir adamdı. Hemen köyde toplantı yaptı:
“Arkadaşlar, biz bu işi kuralına göre yapalım,” dedi. “Ebelere ilaç yazdırmak yasal değil, ama sağlık ocağına ulaşımı hızlandırmanın yolunu buluruz.”
Ahmet’in planı mantıklıydı: köye motorlu ambulans getirmek, bir de genç hemşire tayin ettirmek.
Ama mesele bu kadar basit değildi. Çünkü o çözüm gelene kadar, çocuklar hâlâ ateşleniyor, kadınlar sancı çekiyor, yaşlılar dağ yollarında bekliyordu.
“Yasal düzen beklemek kolay,” dedi Fatma Ana içinden, “ama hayat o kadar beklemiyor, evladım.”
Kadınların Empatik Tarafı: Zeynep’in İtirazı
Köyde yeni tayin edilmiş genç bir ebe vardı: Zeynep. Şehirde yetişmiş, enerjik, idealist bir kadındı. Fatma Ana’yı örnek alıyor ama bir yandan da sistemin parçası olmanın baskısını hissediyordu.
Bir akşam muhtarın toplantısında ayağa kalktı:
“Evet, kanun diyor ki ebe ilaç yazamaz. Ama vicdan diyor ki bazen yazmalı. Ben kâğıtla değil, insanla karşı karşıyayım. O çocuğun ateşiyle, annenin gözyaşıyla karşı karşıyayım.”
Salonda bir sessizlik oldu.
Zeynep devam etti: “Ben yasayı ihlal etmek istemem ama bazen sistemin kalbinde eksik olan şey, insandır.”
Bu söz köyde yankılandı. Erkekler düşündü, kadınlar duygulandı. Çünkü herkes, Fatma Ana’nın hikâyesinde biraz kendini bulmuştu.
Gerçek Sorun: Yetki Değil, Güven
Aslında mesele ebelere ilaç yazdırmak değil, onlara güvenmekti.
Ebelik sadece doğum yaptırmak değil, sağlık zincirinin en insani halkasıydı.
Bir ebe, bir annenin korkusunu, bir çocuğun ağlamasını, bir yaşlının yalnızlığını hisseder. Onu reçeteyle sınırlamak, insanlığı sınırlamak gibidir.
Ama öte yandan sistemin de endişesi anlaşılır: Herkesin ilaç yazma yetkisi olursa denetim kaybolur.
İşte burada erkeklerin stratejik yaklaşımıyla kadınların empatik yönü çarpışır:
Biri sistemi korumak ister, diğeri insanı.
Ve belki de en doğru yol, bu iki bakışın birleştiği yerdedir.
Zeynep’in Kararı: Vicdanın Sınırında Bir Kalem
Bir gece, yine köyde bir çocuk ateşlendi. Zeynep koşarak gitti. Durumu kötüydü. Elinde sadece bir reçete kağıdı, kalem ve vicdanı vardı.
Bir an tereddüt etti. “Ya yazarsam?”
Ama sonra çocuğun nefesini duydu, annenin gözyaşını gördü.
Yavaşça kâğıda birkaç kelime yazdı.
O an, o kalemin ucu sadece mürekkep değil, vicdanla doldu.
Ertesi sabah çocuk iyiydi. Köy rahat bir nefes aldı.
Ama Zeynep’in içinde bir sızı kaldı:
“Yasayı mı çiğnedim, yoksa insanlığımı mı kurtardım?”
Forumdaşlara Soru: Yasalar mı, Vicdan mı?
Şimdi sizlere soruyorum arkadaşlar:
- Bir ebe, acil durumda ilaç yazsa bu suç mu olur, kahramanlık mı?
- Sağlık sistemi, insan vicdanına güvenmeyi ne zaman öğrenecek?
- Kadınların empatik gücüyle erkeklerin sistemsel aklı birleşse, bu ülke daha adil bir sağlık düzenine kavuşabilir mi?
- Ya biz forumdaşlar, olaya hangi gözle bakıyoruz: yönetmelikle mi, yürekle mi?
Sonuç: Bir Ebe, Bir Kalem, Bir Vicdan
Ebeler ilaç yazabilir mi?
Resmî cevabı hepimiz biliyoruz: Hayır.
Ama insani cevap, her doğumun sabahında, her ağlayan annenin gözünde yazıyor: Evet, bazen yazmalı.
Çünkü bazı durumlarda kalem, sadece reçete değil; yaşamla ölüm arasındaki ince çizgidir.
Fatma Ana’nın ellerinde, Zeynep’in kaleminde, bir toplumun vicdanı vardır.
Ve belki de bir gün, yasa kitapları da o vicdanı anlamayı öğrenir.
O güne kadar...
Her çocuğun ateşini düşüren, her anneyi teselli eden o görünmez kahramanlara bir teşekkür borçluyuz:
“İyi ki varsınız, iyi ki dokunuyorsunuz hayata.”
Arkadaşlar, bugün sizlerle bir hikâye paylaşmak istiyorum. Öyle kuru bir “kanun ne diyor, yönetmelik ne diyor” tartışması değil bu… İçinde insan var, vicdan var, bilgiyle kalp arasındaki o ince çizgi var.
Konu şu: Ebeler ilaç yazabilir mi?
Ama gelin, bunu köyün kenarında, dağların eteklerinde geçen bir hikâyeyle konuşalım.
Köyün Ebesi: Fatma Ana
Karadeniz’in sisli bir köyünde yaşıyordu Fatma Ana. Elli yaşını çoktan geçmişti ama hâlâ sabah ezanında yola koyulur, elinde küçük çantasıyla ev ev gezerdi. Kim doğum yapacak, kimin ateşi çıkmış, kimin dertli karısı “Fatma Ana gel” diye seslenmişse, oradaydı.
Ne maaşı vardı ne tatili. Sadece “Allah razı olsun” derlerdi ona, o da “razı olmuştur evladım” der, geçerdi.
Ama o sabah başka bir sabah gibiydi.
Köyün küçüklerinden biri, on yaşındaki Elif, yüksek ateşle kıvranıyordu. Annesi perişandı. Köyde doktor yoktu, merkezdeki sağlık ocağına gitmek de saatler sürüyordu.
Fatma Ana geldi, çocuğa baktı, nabzına dokundu, alnını sildi.
“Bu ateş düşmezse kötü olacak,” dedi.
Kadıncağız korkuyla sordu: “Bir ilaç versene Fatma Ana.”
Fatma Ana sustu.
Bir Kalem, Bir Yasak
Fatma Ana çantasına uzandı. İçinde birkaç basit ilaç vardı — eskiden hekimlerden kalma reçetelerle aldığı şeyler. Ama o reçeteyi kendi imzasıyla yazmaya yetkisi yoktu.
Biliyordu: Ebelere ilaç yazmak yasaktı.
Oysa o yasaktan habersiz köylüler, yıllardır ona güvenmişti.
“Ben doktor değilim kızım,” dedi Fatma Ana sessizce.
Kadın ağlamaya başladı: “Ama sen hepimizden iyi bilirsin bu çocukları…”
İşte o anda Fatma Ana’nın içi burkuldu. Bilgisiyle kurtarabileceği bir can vardı ama yasalar, elini bağlamıştı.
Erkeklerin Stratejik Tarafı: Muhtar Ahmet’in Hesabı
Köyün muhtarı Ahmet, sabah olunca olayı duydu. Akıllı, düzenli, çözüm odaklı bir adamdı. Hemen köyde toplantı yaptı:
“Arkadaşlar, biz bu işi kuralına göre yapalım,” dedi. “Ebelere ilaç yazdırmak yasal değil, ama sağlık ocağına ulaşımı hızlandırmanın yolunu buluruz.”
Ahmet’in planı mantıklıydı: köye motorlu ambulans getirmek, bir de genç hemşire tayin ettirmek.
Ama mesele bu kadar basit değildi. Çünkü o çözüm gelene kadar, çocuklar hâlâ ateşleniyor, kadınlar sancı çekiyor, yaşlılar dağ yollarında bekliyordu.
“Yasal düzen beklemek kolay,” dedi Fatma Ana içinden, “ama hayat o kadar beklemiyor, evladım.”
Kadınların Empatik Tarafı: Zeynep’in İtirazı
Köyde yeni tayin edilmiş genç bir ebe vardı: Zeynep. Şehirde yetişmiş, enerjik, idealist bir kadındı. Fatma Ana’yı örnek alıyor ama bir yandan da sistemin parçası olmanın baskısını hissediyordu.
Bir akşam muhtarın toplantısında ayağa kalktı:
“Evet, kanun diyor ki ebe ilaç yazamaz. Ama vicdan diyor ki bazen yazmalı. Ben kâğıtla değil, insanla karşı karşıyayım. O çocuğun ateşiyle, annenin gözyaşıyla karşı karşıyayım.”
Salonda bir sessizlik oldu.
Zeynep devam etti: “Ben yasayı ihlal etmek istemem ama bazen sistemin kalbinde eksik olan şey, insandır.”
Bu söz köyde yankılandı. Erkekler düşündü, kadınlar duygulandı. Çünkü herkes, Fatma Ana’nın hikâyesinde biraz kendini bulmuştu.
Gerçek Sorun: Yetki Değil, Güven
Aslında mesele ebelere ilaç yazdırmak değil, onlara güvenmekti.
Ebelik sadece doğum yaptırmak değil, sağlık zincirinin en insani halkasıydı.
Bir ebe, bir annenin korkusunu, bir çocuğun ağlamasını, bir yaşlının yalnızlığını hisseder. Onu reçeteyle sınırlamak, insanlığı sınırlamak gibidir.
Ama öte yandan sistemin de endişesi anlaşılır: Herkesin ilaç yazma yetkisi olursa denetim kaybolur.
İşte burada erkeklerin stratejik yaklaşımıyla kadınların empatik yönü çarpışır:
Biri sistemi korumak ister, diğeri insanı.
Ve belki de en doğru yol, bu iki bakışın birleştiği yerdedir.
Zeynep’in Kararı: Vicdanın Sınırında Bir Kalem
Bir gece, yine köyde bir çocuk ateşlendi. Zeynep koşarak gitti. Durumu kötüydü. Elinde sadece bir reçete kağıdı, kalem ve vicdanı vardı.
Bir an tereddüt etti. “Ya yazarsam?”
Ama sonra çocuğun nefesini duydu, annenin gözyaşını gördü.
Yavaşça kâğıda birkaç kelime yazdı.
O an, o kalemin ucu sadece mürekkep değil, vicdanla doldu.
Ertesi sabah çocuk iyiydi. Köy rahat bir nefes aldı.
Ama Zeynep’in içinde bir sızı kaldı:
“Yasayı mı çiğnedim, yoksa insanlığımı mı kurtardım?”
Forumdaşlara Soru: Yasalar mı, Vicdan mı?
Şimdi sizlere soruyorum arkadaşlar:
- Bir ebe, acil durumda ilaç yazsa bu suç mu olur, kahramanlık mı?
- Sağlık sistemi, insan vicdanına güvenmeyi ne zaman öğrenecek?
- Kadınların empatik gücüyle erkeklerin sistemsel aklı birleşse, bu ülke daha adil bir sağlık düzenine kavuşabilir mi?
- Ya biz forumdaşlar, olaya hangi gözle bakıyoruz: yönetmelikle mi, yürekle mi?
Sonuç: Bir Ebe, Bir Kalem, Bir Vicdan
Ebeler ilaç yazabilir mi?
Resmî cevabı hepimiz biliyoruz: Hayır.
Ama insani cevap, her doğumun sabahında, her ağlayan annenin gözünde yazıyor: Evet, bazen yazmalı.
Çünkü bazı durumlarda kalem, sadece reçete değil; yaşamla ölüm arasındaki ince çizgidir.
Fatma Ana’nın ellerinde, Zeynep’in kaleminde, bir toplumun vicdanı vardır.
Ve belki de bir gün, yasa kitapları da o vicdanı anlamayı öğrenir.
O güne kadar...
Her çocuğun ateşini düşüren, her anneyi teselli eden o görünmez kahramanlara bir teşekkür borçluyuz:
“İyi ki varsınız, iyi ki dokunuyorsunuz hayata.”